Francis Fukuyama (zannedildiğinin aksine) Japon değil, Amerikalı bir bilim adamıydı.
1992 yılında, henüz ortada internet, sosyal medya hatta ev telefonu dışında iletişim aracının olmadığı bir vakitte, “tarihin sona erdiğini” yazdı.
Fukuyama sapkın bir liberalist olarak tezini şuna dayandırıyordu:
Liberalizm diğer tüm ideolojileri yutmuştur. Batı liberal sistemi, insanlığın ulaştığı son noktadır. Karasal savaşlar da sona ermiştir. Böylece tarihin yazılmasını gerektiren bir şey kalmamıştır. Tarihin sonuna gelinmiştir.
Meşhur tezin yayınladığı dönem, duvarın henüz yıkıldığı, Amerika ve liberalizm kibrinin zirvede olduğu dönemdi. Yeni dünya düzeni, liberal pamuklara (ya da dogmalara) sarılmış, sunuluyordu.
Soğuk savaşın bitmesi “tarihin sonu” tezinin manivelasıydı.
İki titan bu saatten sonra kapışmayacaklarını ilan ettiklerine göre, Etiyopya veya Bangladeş üzerinden bir savaş patlaması olasılığı yoktu. Orta hatta uzun vadede.
Böylece 90’ların sonrasında yeni dönem dört kelimelik basit bir teoriye bağlanabilirdi:
Savaş yoksa tarih de yoktur.
Bu yazının konusu dünya tarihinin var oluş sorunu olmadığı için, takip eden tartışmaları iletmeyeceğim, ama meraklısı biliyordur. Bu tezi çürütmek üzere Samuel Huntington’un meşhur “Medeniyetler Çatışması” yayınlandı (Clash of Civilizations).
Huntington, Fukuyama’nın liberalizme dönük ön kabullerine saygı duymakla birlikte, sonucuna bağlanan “tarihin sonu” tezine karşı çıkıyordu ve dünyayı 8 fay hattına ayırarak, savaşların karada değil, kültürler ve medeniyetler üzerinde süreceğini iddia ediyordu.
Yani ideolojik mücadelenin veya karasal savaşların yerinin medeniyetler savaşının alacağını teze bağlıyordu
Bu çalışmada, dağılım 8 fay hattına ayrıştırılsa da temel çatışmanın İslamiyet ve Batı Medeniyeti üzerinde olacağı kuvvetle vurgulanacaktı, şaşırtıcı olan ise Türkiye’nin konumuydu. Türkiye 8 hattın hiçbirinde yer almıyordu, kararsız bloktaydı ve ilginçtir, koca dünyada sadece Haiti ve Etiyopya ile bu özelliği taşıyordu.
Bu tartışmanın tuhaf özelliği, iki tezin piyasaya sürüldüğü günlerde internetin, sosyal medyanın hatta cep telefonunun olmamasına rağmen, küresel liberalizmin iletişim üzerinden geleceğinin öngörülebilmesiydi.

SATRANÇ TARİHİNİN SONU
Dış politikada ne olursa, iç politikada o olur. Bilinen diplomasi ilkesidir.
Washington’da polis eylemciye dayak atarsa, Çankırı esnafının kredi borcu artar gibi düşünebilirsiniz bunu.
Bağımlısı olduğunuz ülkede yaşanan dönüşüm, ülkenizde aynıyla karşılık bulur. İç politikayı, dış politika belirler.
Türkiye’de satranç yaşamını da böyle görün. Dünyada satranç neyse, Türkiye’de de odur. FIDE’de Euwe varken, Türk satrancında Süer, Onat vardı, satranç konuşulurdu.
FIDE’de, Marduklular tarafından kaçırılıp uzay gemisinde sorgulandığını anlatan Ilyumzhinov varken, Türkiye’den kimler geldi geçti, onu da kronolojisinden görebilirsiniz.
Özetle Türkiye’de satrancın ölmesi dünyadan bağımsız değil. Türkiye’de uzun süredir satranç yok, çünkü dünyada yok. Türkiye’de satranç yönetilmiyor. Çünkü dünyada da yirmi küsur yıldır yönetilmiyor.
Carlsen, pandemide FIDE’yi boşuna dayak arsızına çevirmedi. Yönetilmeyen dünyada “Dünya şampiyonluğu maçına çıkıp çıkmamayı düşüneceğim” diyebilir çünkü. Nitekim FIDE cevap veremedi.
Aday dayatması yaptı, “Firuze olmazsa yokum” dedi. Firuze’nin aday olmayacağı ortaya çıkınca unvanı keyfi olarak terk ettiğini duyurdu.
Bu arada pandemi döneminde güzel kafasına göre organizasyonlar yaptı, para kazandı, para dağıttı.
Pandemi döneminde FIDE, Magnus Carlsen’di.

DÜNYA SATRANCI TÜRK SATRANCI İLİŞKİSİ
Tıpkı aynı dönemde, Türkiye’de Satranç Federasyonunun, Fethi Apaydın olması gibi.
Her ikisi de tepeye ait yetkiyi kullandılar. Apaydın, bahçede pandemi turnuvası düzenledi, marangoza tahta perde falan yaptırdı, kafasına göre pandemi koşulları oluşturdu, ülkeyi satranca açtı. TSF yetkisini üstlendi. Neredeyse halkı bilinçlendirecekti (neyse ki pandemi profesörü enflasyonundan sıra ona gelmedi).
Özetle Apaydın, pandeminin göbeğinde Türk satrancını yeniden halka açarken, Türkiye Satranç Federasyonu ortada yoktu, belki de otelsiz geçen ayların matemini tutuyordu.
Son 5 yılda dünya satrancını Carlsen, biraz Nakamura ve içine düşülen kaosun kendi iç dinamiği yönetti.
Dünya satrancı uzun süredir otomatik pilotta gidiyor.
Basit bir izleyici olarak birkaç küçük sorunun cevabını bulamıyorum örneğin. Rus sporcular niye yasaklı? Hatta yasaklı mı? Rus milli takımı Hindistan’daki olimpiyatta niye yer almadı?
Haberimiz yokken 3. Dünya savaşı ilanı edilmediğine göre, biri izah etmeli, dünya kurulduğundan bu yana ikinci dünya savaşı istisnası dışında, eksiksiz yürütülen Satranç olimpiyatlarına Rusya niye alınmadı?
(Bu arada, Rus sporcuların alınmadığı turnuvalarda Svidler nasıl broadcaster olabiliyor gibi bir sorum daha var).
Dünyada satrancın sonu, tepe noktada kristalize oluyor. Satrancın karasal savaşının artık yapılmayacağının yavaş yavaş belli olması ile. Spassky – Fischer veya Capablanca – Alekhine maçlarının etkisine bakıp, birkaç ay sonra oynanacak olanla kıyaslamak isteyen var mı?
1970’lerde Fischer unvanı korumayı tartışmaya açtığında, dünya şampiyonluğu FIDE tarafından resen Karpov’a verilmişti (ki doğruydu).
1990’ların sonunda Kasparov, kendi kurduğu organizasyon altında dünya şampiyonluğu maçları organize ettiğinde, bu tanınmamıştı. Bugün Carlsen benzer keyfiliği gösterdiğinde FIDE’nin eylemi nedir?
FIDE niçin 1975’te olduğu gibi, adaylar finalini kazananı şampiyon ilan etmedi? Hadi etmedi (denilsin ki bu duruma özel bir regülasyonu var) niye bu hiç tartışmaya açılmadı?
Dünya şampiyonluğu yoksa, dünya satrancı yoktur. Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezi gibi. Dünya Şampiyonluğu Maçı yoksa, Satranç Tarihi sona ermiştir.
Zamanını belirsiz olsa da emin olduğumuz şu: Dünya Satranç Şampiyonluğu yapılamaz hale gelecek.
Alt düzeyden yukarı giden yol mayınlı çünkü.
Gelişen teknoloji, çipler, lenslere aktarılabilen satranç motorları, deri altına gizlenebilen alıcılarla, bugün herhangi bir satranç cahilini büyük usta yapabilirsiniz (Federasyon Başkanı yapmanız için ise yazılımlara gerek olmadığını şükür ispatladık).

Dünya bunu biliyor ama bununla yüzleşemiyor. Satranç Tarihi, Dünya Şampiyonluğu Tarihidir.
Buna giden yol günümüzde artık belirsiz. O yüzden “tarihin sonuna geldik” dememizin önünde bir engel yok.
TÜRK SATRANCININ HALİ
Türk Otelciliğinin son 20 yılı desek daha doğru olur tabii.
Çok şey yazılabilir, yazıldı da. Ama sanırım yöneticiler en rahat dönemlerini yaşıyorlar. Hesap soran kalmadı.
Örnekleme olarak, son acı depremin referansından bakalım.
Ülkenin nüfus olarak en az altıda birini, doğurduğu sosyal, ekonomik, psikolojik etkiler bakımından tamamını etkileyen bir depremde, Türkiye Satranç Federasyonunun, ülkeye bir katkısı olabilir mi?
Şaşırtıcı ama olabilir. Üstelik çok büyük, somut ve reel bir katkı.
Hiçbir şey yapmamak!
TSF, sadece 2023 yılı içinde hiçbir otel organizasyonunu yapmayacağını ilan etse ve gelirini deprem felaketine tahsis etse, bölgenin ıslahı için hatırı sayılır bir bütçe oluşturulabilir.
BİR YILLIK AHLAKİ ORUÇ
Sadece bir yıl.
TSF Yöneticilerin bir yıl seyahat etmeyeceği, Konya’da, Antalya’da SPA Otellerde ziftlenmeyeceği bir yıl. Yurtdışına çıkılmaması. Harcırah alınmaması. Caissa Otel’de, Marmaris’te ayarlanmış turnuvalar yapılmaması.
Bir tür ahlaki oruç. Sosyal diyet. Sadece bir yıl.
Bir yılda net bütçe fazlası ve doğrudan kaynak.
Hiçbir şey yapmamakla elde edilecek bütçeyle kaç depremzede çocuk üniversite kazanabilir, hayata dönebilir?
Tabii bunun olmayacağını biliyoruz.
Çünkü bir yıl lüks otelden, devlet harcırahından yoksun kalmayı düşünmek, makul bir ahlaki refleks gerektirir.
Oysa bizde yönetici, mevcut iktidarın bu ülkeye hediye ettiği en sorunlu mirasa fazlasıyla sahip: Krizlerden fırsat çıkarmak.
Hepimiz biliyoruz ki TSF yöneticileri, tıpkı pandemide olduğu gibi bu depremden de fırsat çıkarmak isteyecek. Meksika’da bunun mega versiyonuna kartel diyorlar, bizdeki adı “kriz yönetimi”.
Ama temel mantığı aynı: Acı içindeki insandan para kazanmak.
TSF ve taşeronları pandemide olduğu gibi durmayacaklar. Yine yalan organizasyonlarla vole vuracaklar.
Şimdiden çalıştay yapılacak otellerin, ağırlanacak 750 kişilik listenin hangi iştahları kabarttığını hayal edebiliriz.
Dünyada can çekişen satranç Türkiye’de çoktan öldü. Yıllardır turnuva yapılmıyor bu ülkede.
Satranç yazarı sayısının, satranç okuru sayısından fazla olduğu sürreal bir alem burası. Dört yazara bir okur ! Ki bu hızla gidersek yakında yönetici sayısı da yönetilen sayısının üzerine çıkacak.
Ama ben yine de tekrarlayayım:
Türkiye Satranç Federasyonu.
Bir yıl hiçbir şey yapmayacağınızı ilan ederek, bu felakete en büyük yardımı siz yapın!

Ufuk Sezekkaplan
info@sezekkaplan.com