KENET SİTESİ

Türk Satrancının tartışma ortamında tuhaf bir durum var.

Tartışmanın raconunun olmaması ve içeriğinin hiçbir zaman akademik olmaması değil, bunların dışında.

Türk Satrancında hiçbir konu somutlaştırılamıyor, adı konamıyor. Her konu tanımsız. Bu da tartışılacak konuların etrafında yalan bir tur atmak, bir süre sonra da tartışmayı öldürmek gibi bir döngü oluşturuyor.

Muhtemelen geçmişte de böyleydi bu.

Geçmişi çok idealize ederiz ama Meşrutiyet Caddesindeki İSD, herhalde Cerrahpaşalılar Kıraathanesinden beterdi, at yarışı bültenleri, arka odalarda dedikodu, argo-küfür ortamında monşerlerin Türk Satrancını planladığını düşünmek zor.

Yani diyeceğim, satranç ortamı geçmişte de elit değildi ama dedikodu, argo ya da çıkar çatışmaları tahtında konuşulsa da ortada “konuşulan bir satranç” vardı.

Günümüzde Türk Satrancı vasatizm üzerine kurgulandığı için arka planı TSF’yi ele geçirmişlerin harcırah indirmesine dayalı bir organizasyondan ibaret. Sağlaması da çok basit:

Hilmi Darı, Aşkın Keleş veya Gülkız Tulay olmasa, Türk Satrancı ne kaybeder mesela?  

Yusuf Doğruer veya polis tarafından derdest edilen Kasım Yekeler olmadığında ne kaybetti ise onu.

(TSF’nin güncel fotoğrafı, yazının sonunda. Fotoğrafın kendisi, fotoğraftakilerin satrançla alakası hakkında fazlasıyla fikir veriyor. Kılık kıyafetlerdeki harikalık, satranç temsilinin ne olduğunu tek karede anlatıyor).

BİLYAP’IN MASASI

Geriye dönersek Türk satrancında belki de sadece bir mekanın ve zamanın, diğerlerinden farklı olduğunu anlatıyor bana. Kişisel gözlemim tabii, karşı çıkan olursa gerekçelerini beklerim.

Kenet Sitesi 1980-1990 arası. O dönemdeki Kenet Sitesinin, her manada farklı olduğunu itiraf etmek gerekebilir bir “kısa tarih” notu olarak. Türk satrancının belki de satranca en yaklaştığı, kendi normlarını, teamülünü dayattığı tek örnekti bu.

Manevi hiyerarşi vardı ve yazılı olmamasına rağmen çok da sertti. Bilyap’ın masasına oturamazdınız örneğin.

Sıracettin Bilyap, salonun deniz tarafına bakan yerin en uzağındaki duvara paralel konulmuş ve hatırladığım kadarıyla bir tepe aydınlatması olan masada otururdu, o yokken kimse o masaya oturmazdı. Aydınlatma da onun yaşadığı görme zorluğu için miydi, hatırlamıyorum. Ama o masadayken, aydınlatma açık olurdu.

İlginç nokta, dönemin Satranç Tanrılarının, İlhan Onat veya Ergün Gümrükçüoğlu’nun kendisine ait masası yoktu. Sadece Bilyap’ın masası vardı. Zaten topu topu 10 -12 masadan oluşan tek salonlu bir lokaldi burası.

İlhan ağbi gelince, Tanrısal bakışlarını sağa sola çevirir, ortamda genellikle üniversite kesiminin elit oyuncuları ile muhatap olurdu (Mehmet Ertınas ve Sedat Demirbilek ilk aklıma gelenler). 1500 seviyesindeki bir kişinin İlhan Onat’la muhatap olması elbette mümkün değildi.

Güneşin yörüngesinde bulunanlar belliydi, amatörler en fazla asteroit kuşağı olarak, orta karar bir gezegenin arkasında (İsmail Doğantuğ gibi) kalır, göremediği masadan bir şeyler duyarsa duyabilirdi.

Yine de açık olan bir şey vardı, ortam çok temizdi, hatta bayağı temizdi.

Satranç konuşulurdu, teknik seviyede üstelik. Ergun Gümrükçüoğlu’nun, Nunn ile Malta olimpiyatında oynadığı İtalyan partisini ezbere analiz ettiği bir sekansı silik de olsa hatırlıyorum. Kim bilir kaç amatör Evans Gambit hakkında ilk kez ciddi ve ilk ağızdan bir şeyler duymuştu o gün.

Bilyap’ın masasına ise Cem Pekün’ün oturduğunu hatırlıyorum, elbette Bilyap o gün dernek dışında olduğu için. Bu arada bahsettiğimiz kişi, Türkiye’nin en ciddi Mukavemet Profesörü, o dönemin ruhunu yansıtan bir portresi de var. Ne kadar aksi veya iletişimi güç adamlar olsa da bunlar yüksek seviyede meslek sahibi satranççılardı.

Bilyap Üniversitede profesördü, Onat kimyagerdi (Turyağ’ın baş kimyageriydi) ve çok da iyi bir eczacıydı. (Sonradan Enis Bilyap’ın uyarısı ile düzeltme: İlhan Onat Eczacı olup, Turyağ’ın baş kimyageri olan, babası Mithat Onat’tır).

Bu figürler, canları çekip satrancı bıraktıklarında, uğraşacakları çok üst düzey bir profesyonel hayata sahipti, bu nedenle günümüzün cahil YouTuber çocuklarından çok farklı konuları onlarla konuşabilirdiniz.

Küçük kitaplıkta ciltli ECO’lar ve Informatorlar kilitli durur ancak İlhan Ağbiye sorarak fotokopi için alınabilirdi. Kafasına yatmayan adama da o kitap verilmezdi. Despotik miydi bilmiyorum. Doğru muydu? Evet.

Peki benim ucundan tanık olduğum 1980 – 1990 kesitindeki İzmir satranç aktivitesi ne durumdaydı?

Bugünün İstanbul’unu 30 ile çarpın, üzerine nitelik ekleyin, yılışıklığı atın, tam o durumdaydı.

İl temsilcisi denen saçmalık yoktu. Herkes bu ülkenin kuruluşundan beri İl Temsilciliği denen saçmalığın var olduğunu sanıyor ama yoktu. Hatta daha iyisi: Satranç Federasyonu yoktu.

Buna rağmen bir yıl içinde en az 6-7 döner turnuva ve bir o kadar İsviçre Sistemi Turnuva oynanırdı, ben 1983 yazında bir döner turnuva oynamıştım, 22 kişiydi.

22 kişilik döner turnuva olur mu, hem de amatör düzeyde? Oluyordu işte.

Tekrar yazayım. 22 kişi döner turnuva. Üstelik ajurne döneminde, birçok partinin ertesi günün sabahına taştığı bir çağda. Bir turnuva bu yüzden tam bir ayı dolduruyordu.

1984 yazında yine uzun bir turnuvada -bu da döner turnuvaydı- Joan Arbil ile berabere kaldığımda notasyonu günlerce incelediğimi hatırlıyorum. Alt seviyede bir oyuncu için dönemin bayanlardaki en ikonik figürü ile oynamak anlam ifade ediyordu çünkü (Arbil Türkiye Bayanlar Şampiyonuydu).

O halde şu basit soru rahatlıkla sorulabilir?

Devlet yokken, il temsilciliği yokken, 20 küsur kurul yokken, TSF heyeti her hafta bir İl Temsilciliği ziyareti veya 7 yıldızlı otelde en az 100 bin dolar gömdüğü Çalıştayları yapmadan önce, satranç daha mı yoktu?

Son 30 yılda, bir ay süren 22 kişilik döner turnuvaya giren varsa bu satırlar açıktır, bilgilendirilmeye hazırım.

GULKIZ HANIMIN SİYASİ YELPAZEDEKİ YERİ

Türk Satrancında hiçbir konunun somutlaştırılamamasına dönersek, bu, uzun uzadıya incelenmesi gereken patolojik bir hal. Ülke satrancında hiçbir tartışmanın adı konamıyor. Her konu tanımsız.

Tanımsız olduğu için teşhis konulamıyor. Çünkü teşhis için asgari düzeyde bir hastalık tanımına ihtiyaç var.

Örneğin Gülkız Tulay, hangi siyasal partinin uzantısı. Bu basit ama adı konmamış konu üzerinde tek bir tartışma okuduğumu hatırlamıyorum. Herkes bunu konuşmaktan kaçıyor.

Önemli mi? Çok önemli. Zira Tulay’ın siyasal pozisyonu mevcut iktidarın satrançla ilişkisini anlatabilir, mevcut iktidarın satrançla ilişkisi de Türk Satrancının geleceğini belirler.

Örneğin önceki dönemde Federasyonda cirit atan Fethullahçıları, bunlarla iş tutan sözde solcu laik tayfayı, o dönem Satrançla Büyüyorum Derneğini bir hatırlayın.

Satrançla Büyüyorum Derneği hiç tartışılmadı.

Sarı muhalefet de bunun tartışılmasını istemedi. Oysa en akçeli konulardan biriydi bu, somuttu üstelik.

Kimse, vergilerimizle, lisans ücretlerimiz ile bir yasadışı dinci örgüte peşkeş çekilen imkanları, adını koyarak tanımlamak istemedi. Tanımlanmadığı için o otel lansmanları, paralar, harcırahlar, hesaba çekilmedi.

2021 yılındaki son seçim konuşmalarına bakın.

Sözüm ona en ciddi adayın konuşması, İngiltere’de falanca üniversitede görev yaptığı yıllarda bir arkadaşının kızına tuvalet kağıdı rulosu atılması üzerine. Adaya verilen dört dakika, üç dakikası tuvalet kağıdı ile geçiyor.

Akademisyenlikte en önemli deneyimi ve satrançla bağlantısı bu rulo kadar olan birinin neden Satranç Federasyonu Başkanı olması gerekiyor, buna dair elimizde hiçbir gerekçe yok. Çünkü tartışılmıyor.

Oynadığı tek bir resmi turnuva yok, kırsaldaki yüzlerce düz akademisyenden biri, İstanbullu değil, elbette bir business networkü yok. Eczacıbaşı’ndan, Rahmi Koç’tan zaten bahsetmesini beklemiyoruz ama sunduğu tek proje, notasyonun kaldırılması üzerine.

Hakikaten Türk Satrancının akçeli, hileli, şikeli, nepotizmli, yasadışı hiçbir sorunu yok mu, sorun notasyon mu? Çözüm de falanca ülkede üstüne tuvalet rulosu atılan öğrenciye hüzünlenerek  mana çıkartmamız mı?

ADAYLAR NEDEN İSTANBUL MERKEZLİ DEĞİL?

Bu arada son yıllarda her ortaya çıkan adayın İstanbul dışında olması gibi tuhaf bir veri var elimizde. Neden?

TSF Başkanlığı 2000 sonrasında işsiz lise mezunlarının ya da tımarhane terk kapsamında herkesin heveslenebildiği, basit ve iptidai bir statüye düştüğü için mi?

Neden son yıllarda TSF Başkanlığına aday olan veya heveslenenler arasında İstanbul merkezli bir aday yok? Denizli, Adrasan, Antalya, Hatay, Ankara. Ağzının suyu akanlar arasında Kayseri, Ayvalık, İzmir falan?

Tartışılmak istense sayısız hukuk tecavüzü ve akçeli konular varken, sahte lig, denetimsiz TSF bilançosu, 7 yıldızlı Otel Çalıştayları, Marmaris’te Barış Öztürk, Burhaniye’de Şolak Norm Turnuvaları falan… Sorunumuz İngiltere’de kasaba üniversitesinde, suratına tuvalet kağıdı atılan kızın çektiği acı mı olmalıymış?

Konuşulmasından korkulan mevzular dondurucudan çıkartılmalı. Tartışma olacaksa adı konarak, tanımlı olmalı.

Barış Öztürk, Dragan Şolak, bilançoda asla göremediğimiz Otel ihaleleri, ham hum şaralop edilen Satrançla Büyüyorum Derneği, FETÖ üyesi olduğu için sorgulanan TSF’nin parlak çocuğu, buna o dönemde cansiperane destek veren sahte solcular, hayalet turnuvalar konuşulmalı. En azından yazılı hafızaya kayıt düşülmeli

Tümü, sonraki dönemin ve yazıların konusu.

BİR FOTOĞRAFIN SÖYLEDİKLERİ

Yaşını başını almış insanların (özellikle teyzelerin) geçmişe her zaman özentisi olmuştur. Genellikle de mazide bir şeyler çok eksik kalmışsa. Kişisel ortamlarında en fazla kadınlar gününde eleştirilir bu. Toplum tarafından çok da önemsenmez. Bize ne, ortak noktamız yok çünkü.

Ama temsil ettiğiniz Kurum Devlet ise, Burkina Faso’lu sokak rapçileri gibi giyinemezsiniz.

Birisi hanımefendiye, spor ayakkabı üzerine giydiği o yırtık ya da yamalı kot pantolonun, tarlada domates sökülürken giyilebileceğini ama bir Devlet Kurumunu temsil ederken giyilemeyeceğini söylesin.

Ufuk Sezekkaplan

(info@sezekkaplan.com)

KENET SİTESİ’ için 2 yanıt

  1. “KENET SİTESİ” yazınızı büyük bir keyif ile okudum. O yıllarda evimiz yürüyerek 20-25 saniye mesafede olduğu için okul ve basketboldan arta kalan vaktimi kenet sitesindeki İzmir Satranç Derneği’nde geçirirdim. O dönemde yaşananları dün gibi hatırlarım. Yazınıza ilave olarak isimler eklemek gerekirse en başta dönemin İzmir Emniyet Müdürü Vedat Alsoy gelmektedir derneğin vazgeçilmez ismiydi, 1977 Türkiye Birinciliği Güzelyalı’daki Polis Emeklileri Derneğinde Vedat Bey’in çabalarıyla yapılmıştır. Ben de turnuvada oynadığım için gelişmeleri bire bir yaşadım, İzmir dışından katılımcılar bilabedel misafir edildiler. Şan ve Sema sinemaları sahibi Zeki Aşkan, Faruk Durusel, Celal İzmirlioğlu, Ateş Kunt, Halil Şentuğ, Dr.Mutlu Demirkaya, Av. Bahadır Pars ilk aklıma gelenler. O ylıllarda dernekte yapılan 16 kişilik Berger turnuvada Pars tek başına ve 2 puan farkla birinci oldu, Türkiye’deki en yüksek UKD 2450 iken Pars’ın UKD’si 2475 olarak çıktı ve ilk sıraya yerleşti. Bu hadiseden sonra UKD hesaplama sistemine yeni bir katsayı ilavesi yapıldı.

    İki kez yeni yıla dernekte girdiğimizi de aktarmalıyım, sabahın ilk saatlerine kadar yıldırım satranç turnuvaları ve kutlama yapılmıştır hem de 20 ye yakın katılımcı ile.

    İzninizle yazınızda küçük bir düzeltme yapmak isterim, “Onat kimyagerdi (Turyağ’ın baş kimyageriydi) ve çok da iyi bir eczacıydı.” yazmışsınız Turyağ’ın baş kimyageri İlhan abinin babası Mithat Onat’tır.

    Saygılarımla,
    7 Nisan 2023

    Enis Bilyap

    Beğen

  2. Öncelikle çok teşekkür ederim. Kenet Sitesinin Türk Satranç tarihindeki özel konumunu teyit etmişsiniz. Buna sevindim çünkü detaylandırılması çok faydalı olur.

    İki kısa not vereyim: 1) İlhan Onat’ın baş kimyager olduğu bilgisini yanlış aktarmışım, çünkü yazının sadece o noktasında Googledan yararlanma gafletinde bulundum, düzeltme koyacağım bunun için.

    2) Dernek katılımcıları sanırım birkaç kategoride yer bulabilir. Liseliler (Atatürk Lisesi, Bornova Anadolu, Alsancak Liseleri hatta Amerikan Kız Koleji). Üniversiteliler. Çalışanlar – Emekliler (Mustafa Engür, Ferhat Doyranlı, Hüseyin Uzun gibi). Bürokratlar ve İzmir Zenginleri.

    Bugün Türk satrancına kaynak aktarılmıyor mesela. Ama bundan 40 yıl önce, İzmir’li İş Adamlarının adı altında “Anı Turnuvaları” düzenlenirdi, Raşit Özsaruhan, Haşmet Zeybeksoy ilk aklıma gelenler. Kenet Sitesi bu yüzden İzmir Fuarı gibiydi. 40 yıl önceki hali, bugünün 80 yıl sonrasından ileri bir modeldi. Umarım bunu zamanla daha detaylandırırız.

    Saygılarımla.
    Ufuk Sezekkaplan

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s